30 Temmuz 2010 Cuma

Bırak Alma Artık Hiç Bir Şeyin Tozunu... Kimi Şeyler Tozlanmayı Hakeder!

Karışma.
İçini bulandırma.
Kimin doğrusu bu neyin doğrusu?
Senin doğrunsa tamam...
Doğruna göre yürüyeceksin.

Anıların var senin.
Paylaştıkların var.
Paylaşamadıkların var.
Sıraya koydukların,
Rafa kaldırdıkların,
Ama içinde hep o olanlar var.
Bi kitap alırsın okursun,
Tadı damağında kalır,
Rafa kaldırırsın,
Üzeri toz olur,
Ama unutur musun okuduklarını?

Evet bu da böyle olacak.

Okudun!
En güzel yeriydi...
Baskı hatalarını gördün.
Anlam karışmaya başladı...
İlk sayfaların tadı bozulmaya başladı.
Aldın kaldırdın şimdi rafa...
Devamını okumak sana zevk vermeyecek.
Hiç olmazsa ilk sayfaların tadı bozulmasın dedin...
Rafta üzeri tozlanacak zamanla.
Kaç kere aldın eline bezi?
Kaç kere sildin, temizledin?
Bırak tozlansın...
İçin böyle istiyor!

Küçük Kurbağayı Öpünce Prens mi Olacak ?



Aşk ne kadar acı, sevgi ne kadar ulaşılmaz, hayat çok zor, zaman dar, elimdekiler az isteklerim çok... Karamsarlığa düşüp melankolinin dibine vurmak için ne çok sebep var...

Zaten çevrede de bunu körükleyecek yüzlerce adam/kadın ve materyal var. Onca kitap, onca şiir, onca yazı, onca hikaye ve binlerce masal... Hiç bir şeyin tadı yok, her şey boş, her şey yalan, insanlar hain, insanlar fesat...

Yalan mı söylüyor cümle alemin okuduğu yazar? Yanılıyor mu koskoca şair? Sayfalar harcamış, kalemler tüketmiş adam. Senden benden daha mı az biliyor? Yazmış işte üstüne basa basa aşk acıtır, hayat boktan, tutunacak tek bir dal, gülümseyecek tek bir sebebimiz yok demiş. Karşı mı çıkalım durduk yere ? Ne farkımız kalır o zaman sürüdeki akça pakça koyunlardan ? Statükoya baş mı kaldıralım? Vuralım melankolinin dibine, girelim şizofreninin paha biçilmez büyülü yoluna... Ne kasıcaz durduk yere gülümsemeyi öğrenelim diye. Çok zor ki bu... Şimdi sırf gülümseyeceğim diye bi çiçeğe bakmak gerekecek, sırf gülümseyip mutlu olmak için bir yudum suyun ağzımızın içinde dolaşıp boğazımızdan geçip gidişine tanıklık etmemiz gerekecek. Sırf sadece yüzümüz gülecek içimizin ahengi dışımıza geçecek ve karşımızdakinin de yüzünde bir tebessüm oluşacak diye ne yorucaz yüzümüzdeki kasları. Ne diye beynimizin örümceklerini hoş ezgilerle dolu bi müzik eşliğinde oldukları yerden edicez ki? O meşhur yazar ile o dev şair az mı uğraştı bizi bu duruma getirmek için? Haksızlık değil mi ki bu onların harcadığı mürekkebe? (Harcadıkları zaman da cabası üstelik)

Kendi hapishanesinde mutlu insanlar benim sözlerimi duymazlarmış... Evet duymazlar. Üstelik kendi hapishanelerinde kendi zincirlerinde ve zincirlerinin anahtarları ceplerindeyken! 

Seninle Olmanın En Güzel Yanı...

“Seninle olmanın en güzel yanı ne biliyor musun?
Elin elime değmeden avuçlarımı terleten sıcaklığını taa içimde hissetmek.
Seninle olmanın en kötü yanı ne biliyor musun?
”Seni seviyorum” sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek.

Seninle olmanın en heyecanlı yanı ne biliyor musun?
Aynı şeyleri seninle aynı anda düşünmek birlikte ağlamak gülmek. Ve buradayken bile seni çılgınca özlemek…
Seninle olmanın en acı yanı ne biliyor musun?
Seni hiç tanımadığım bir sürü insanlarla paylaşmak. Senin yanında olan, seninle konuşan herkesi çocukça kıskanmak.

Seninle olmanın en mutlu yanı ne biliyor musun?
Tanıdık birileriyle karşılaşma tedirginliği ile yollarda yürümek yan yana… Elimdeki şemsiyeye inat yağmurda ıslanmak birlikte. Elimde kır çiçeğiyle seni beklemek… Aynı mekanlarda aynı yiyecekleri yemek.


Seninle olmanın en romantik yanı ne biliyor musun?
Sensiz gecelerde sana söyleyemediklerimi yıldızlara aya anlatmak… Okuduğum kitabın sayfalarında dinlediğim şarkıların türkülerin şiirlerin her mısrasında seni bulmak.

Seninle olmanın en zor yanı ne biliyor musun?
Seni kaybetme korkusuyla hayatta ilk kez tattığım o tarifsiz duygularımı umut denizinin ortasında küreksiz bir sandala hapsetmek. Sevgili yerine yıllarca dost kalmayı başarmak. Yalın ayak yürümek bıçağın en keskin yerinde. Kanadıkça tuz yerine gözyaşlarımı basmak yüreğime.

Seninle olmanın tek yan etkisi ne biliyor musun?
Nereden bileceksin?
Sen benimle hiç olmadın ki. Olsaydın avuçlarım terlemezdi… Isırmazdım dilimin ucunu… Özlemezdim seni yanımdayken.Kıskanmazdım.
Korkmazdım yollarda yürümekten. Islanmazdım yağmurlarda… Yıldızlara aya dert yanmaz, böyle her şarkıda serhoş olmazdım.
Korkmazdım seni kaybetmekten ayaklarım kan revan atlardım sandaldan denize… Ve her kulaçta haykırırdım seni..

Ama sen hiç benimle olmadın ki…
YA AKLIN BAŞKA YERLERDEYDİ YA YÜREĞİN…”  

Can YÜCEL 

29 Temmuz 2010 Perşembe

İkram Edelim Birbirimize Şenlik Olsun !

Bizim toplumumuz da adettendir. Her şeyi ikram ederiz birbirimize. Su küçüğün yol büyüğün der, girişte ve çıkışta yol ikram ederiz. Kalabalık bir ortama girer oturacak tek yer olduğunda sen benden büyüksün der, yer ikram ederiz. Bazen hayatlarımızı, sevgilerimizi, üzüntülerimizi hatta bir ömrü ikram ederiz... Böyleyiz biz; kökleşmiş saygı değerlerine sahibiz. İstemiyoruz da değişmeyi. Böyle güzeliz, böyle mutlu, böyle çok daha iyi hissediyoruz kendimizi...

Ama son zamanlar da o kadar güldüğüm bi durumla  o kadar sıklıkla karşılıyor ve her gün bi heves gidip izliyorum ki; bunun heyecanını tarif edecek kelimeler bulamıyorum... Fikir güzelliği ikram ediyor bir grup hoca birbirine :) Hoca diyorum zira bunlar gerçekten konularında uzmanlaşmış ( ben söyleyenlerin yalancısıyım ), yaşını başını almış zat-ı şahaneler...


- Ah hocam bu sözlerinizle konuya ne güzel bir açı, ne kadar farklı bir ışık oldunuz...


- Aman efendim olur mu hiç... Ben deneyimlediklerimi sizin açtığınız yol üzerinde paylaştım sadece...


- Çok sağ olun hocam sizin gibi beyinlere şu günlerde ne denli ihtiyaç duyduğumuz fikrime herkes katılacaktır...


- Bakınız bu konu hakkında daha önce şöyle bir yazım www......... bu bağlantıda yer almaktadır.... (karşı taraf anında lınk e tıklar ve orada devam eder ikrama :) Hocam bu tespitiniz karşısında o kadar şaşkınım ki. Nasıl oldu da daha önce bu yazınızı görmedim....)


Sonu yok ikramın.... Siz harikasınız.... Yoooo yooo bu sizin güzel düşünceleriniz... Ah lütfen kendinize haksızlık etmeyin... vs. vs. vs.


Bırakın beyler, bırakın hanımefendiler... Ne biliyorsanız paylaşın işte... Rahat olun... Siz gibi davranın... Sizin bildiklerinize aç, sizin bildiklerinize ihtiyaç duyan çok insan var çevrenizde. Kimse bildiklerinizden şüphe etmiyor sizin kadar...

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Kaybolup kaybolup yeniden kendimi bulma yollarında...

Kaybolup kaybolup yeniden kendimi bulma yollarında yürürken yine kaybolduğumu gördüğüm o kadar çok an var ki yaşamımda... Biraz şanslıyım sanırım bana yol gösterecek pusulalara rastlama konusunda... Sıklıkla yaşamın içine dahil olmaktan ve yaşamı sindire sindire tüketmekten söz ediyoruz. Ben dahil pek çok insan bu konuda kocaman kocaman laflar ediyor, sonra da kalkıp bunlara tezat ne kadar duygu ve düşünce varsa gözümüze soka soka, canımızı yaka yaka yaşadığımız sanısına kapılıyoruz..

Yeni yeni öğreniyorum. Her duyguyu, hissi ya da düşünceyi karşısına geçip izlemeyi denemek, yorum yapmadan, yargılamadan, sorgulamadan sadece izlemeye çalışmak ve bunu öğrenmek; insanın kendisine dönüşünü, kendini anlamasını ve gerçekten ama gerçekten hayatı yaşamayı denemek, öğrenmek ne kadar güzelmiş...

Ne çok şey taşıyormuşum (hala da taşıyorum) elimde, cebimde, çantamda ve sırtımda... Ne kadar ağırlaşmış, ne çok değer vermiş, ne çok önemli saymış ve ne yazık ki ne kadar çok zaman harcamışım. Oysa karşılarına geçip sadece izlemeyi denediğimde hiçbirinin sandığım gibi elmas olmadıklarını gördüm.

Zaman; tüm yüklerimi bir bir yol kenarına bırakma zamanı. Zaman; her bir adımımda bir diğer yükümden kurtulma zamanı...

Öncemde "Pusulamı kaybettim yönümü bulamıyorum" derken; şimdilerde hayatımdaki pusulalarıma teşekkür ediyorum ....

Çizmeye çalışıyorum hep... Sildiklerim sıklıkla canımı yakıyor.

"Yaşamınızdaki her olay ve insan siz oraya çizdiğiniz için oradadırlar... 
Onlarla ne yapmak istediğiniz yalnızca size kalmıştır... 
Ya silersiniz ya da çizmeye devam edersiniz... "